O Ayşe Arman ben değilim!

O Ayşe Arman ben değilim!Hürriyet, 07.01.2010,

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=16705174&yazarid=12&tarih=2011-01-07
Hürriyet, 07.01.2011, Ayşe ARMAN, aarman@hurriyet.com.tr

TELEFON çaldığında, “kaşları alınan kadın”dım.
İş-yazı-röportaj umurumda bile değildi.
Cevap vermek istemedim.
Çünkü “gece”ye hazırlanıyordum, “kadınsal faaliyetler”le meşguldüm.
O faaliyetler kutsal!
Biz kadınların böyle bir sorunu var, bacağındaki tüyü alırsın, kaşların uzar, onu alırsın, dip boyan gelir, onu halledersin, manikür pedikür derdi çıkar... Sürekli bir yerlerimizin kesilmesi, kırpılması, alınması filan gerekiyor. Aslında ben seviyorum bu ritüelleri, hoşuma gidiyor, çünkü bir başkası için hazırlansam da kendime ayırdığım bir zaman...
“Oh be ne rahatım!” derken...

Telefon hâlâ çalıyor...
Açmak istemiyorum...
O da ne! 312... Bu bir Ankara numarası... Kim arar beni Ankara'dan? Yeşile basıyorum ama sesimi çıkarmadan bekliyorum, karşımdaki konuşsun kendini belli etsin diye...
“Alo... Ayşe Arman'la mı görüşüyorum? Hürriyet yazarı Ayşe Arman...”
“Hayır, ben kaş aldıran ve geceye hazırlık yapan kadın” diyecek oluyorum, kendimi tutuyorum...
“Sağlık Bakanlığı'ndan arıyoruz... Ayşe Hanım siz misiniz?”
“Sağlık Bakanlığı mı? Hayırdır inşallah!”
“Sayın Bakanımız sizin görüşmek istiyor...”
Birden ter basıyor, suçluluk duyuyorum...
Bakan beni arıyor, ben kaş aldırıyorum!
Güzellik salonundaki kıza, elimle, durmasını rica ediyorum. Ağzında ve elinde ip öylece bana bakıyor. Telefondaki ses, “Ayşe Hanım... Sayın Bakanımızdan önce Basın Müşavirimiz Mine Tuncer'i bağlıyorum, önce o konuşacak, sonra sayın Bakan...” diyor.
“Peki...”
Filipinli kızlar, olağandışı bir şey olduğunu anlıyorlar, “Kim arıyor?” diye soruyorlar...
“Minister of Health...”
Panik içinde, “Bizim her türlü sertifikamız var!” diyorlar.
“Hayır hayır, sizin dükkanla ilgili değil...” diyorum.
O arada Mine Hanım konuşmaya başlıyor...
“Bu sabah olanlara çok üzüldüm” diyor.
Ben öyle bön bön duruyorum, çünkü bu sabah ne oldu bilmiyorum. “Allah'ım bir ağdaya, kaşa geldim, bir sürü şey olmuş memlekette, her şeyi kaçırdım!” diye perişan oluyorum. Mahcup bir şekilde, “Benim çok erken önemli bir yere gitmem gerekiyordu da bilmiyorum ne oldu” diyorum.
“171'den haberiniz yok mu?”
“Hayır.”
“Alo Sigara Bırakma hattı. Sabah aramışsınız, arkadaşlarımız sizi hatta biraz fazla bekletmişler, bir tartışma yaşanmış. Haklı olarak sinirlenmiş, bağırmışsınız... Bakın Ayşe Hanım, o hattın bu kadar rağbet göreceğini bilmiyorduk, arkadaşlarımız arayan herkese yardımcı olmaya çalışıyorlar ama yetişemiyorlar, sizi bekletmeleri bu yüzden...”
“Neeeeee?” diyorum, “Ben sigara içmiyorum ki, Alya'ya hamileyken bıraktım. O arayan, oradakilere bağıran ben değilim. Gerçi call center'lara sinir olmuşluğum vardır, arada ‘Benimle insan gibi konuşun makine gibi değil!' diye çıldırıyorum ama bu sefer valla yapmadım. Sigarayı bırakmak isteyenlere böyle bir hizmet verdiğinizden bile haberim yoktu. Bakan Bey'i bağlamanıza gerek yok, sevgilerimi, saygılarımı iletin sadece...”
“Tamamdır Ayşe Hanım, sizi rahatsız ettiğimiz için üzgünüz...”

Telefonu kapatıp bir süre duruyorum...
Vay be diyorum, kadının teki benim adımı kullanarak bakanlığı arıyor ve patırdı kopartıyor, izahat vermek için Bakan arıyor!
Ben şaşırmayayım da kim şaşırsın... Apar topar kasaya parayı ödemeye gidiyorum...
Kızlar arkamdan koşuyorlar, “Durun, böyle gidemezsiniz! Sağ kaşınızı daha almadık!”
“Boş verin ya, ne kaşı!” diyorum, “Benim çalışmam lazım. Madem gazeteci olarak beni ciddiye alıyorlar, layık olmam lazım...”